About Us

COLORMAG
We love WordPress and we are here to provide you with professional looking WordPress themes so that you can take your website one step ahead. We focus on simplicity, elegant design and clean code.

Aydınlanma Tasavvuru

Aydınlanma

Her çağın kendine özgü dünya görüşü ve yaşama biçimi vardır. Çağlar arasında mutlak farklılık olarak göze çarpan dünya görüşü ve yaşama biçimi ayrımlarını, bize en açık “aydınlanma” kavramı üzerinde çağın hâkim düşünceleri vermektedir. Bu bağlamda, Orta Çağ’ın aydınlanma fikrini bize en açık seçik veren Augustinus’tur. Yeni Çağ aydınlanmasının belli başlı öncü düşünürleri ise şunlardır: Descartes, Bacon ve Locke. Bu çalışmada bu düşünürler üzerinden Orta Çağ’daki hâkim aydınlanma düşüncesi ile Yeni Çağ’daki hakim aydınlanma düşüncesi arasındaki temel farklılıklar serimlenecektir.

AUGUSTİNUS

Augustinus’un aydınlanma kavramı üzerine fikirlerinde inanç ve din (Hristiyanlık dini) ağır basmaktadır. O’na göre insan doğuştan günaha meyillidir ve insanı iyiliğe meylettirecek varlık ise ancak ve ancak Tanrı’dır. Buradan da çıkarabileceğimiz gibi, Augustinus’a göre anlamak inançtan (Tanrı inancından) gelir ve her türlü anlamanın koşulu inançtır. Augustinus’un “İman etmek görünmeyene inanmaktır, bunun mükafatı ise görünmeyeni görmektir” sözünden de anlaşılacağı Augustinus, aklı imana/inanca dayandırmaktadır.

YENİ ÇAĞ AYDINLANMASI

Yeni Çağ Aydınlanmasının “aydınlanma” kavramı üzerine fikirlerinde ise bunun karşıtı bir fikir hakimdir; iman/inanç akla dayandırılmıştır.

17. yüzyıl Yeni Çağ Aydınlanmasında ise ilk göze çarpan isim Francis Bacon’dur. O’na göre hakikat, otoritenin değil; zamanın kızıdır. Bacon, buradaki “zamanın kızıdır” sözüyle aklın zamana yayılmış sistematik düşüncesini ifade eder. Amacı ise, aklın kuşkusunu, Augustinus’un düşündüğü gibi dışarıdan bir güçle değil, yine aklın kendisiyle aşmaktır. Düşüncenin bu yöntemi ile akıl, inancın ağır otoritesinden kurtulacaktır.

Descartes, Orta Çağ’daki “aydınlanma” fikrine Bacon’dan daha yakındır. O, Bacon’un yaptığı gibi aklı yine aklın kendisine dayandırmamış; aklın kendisi dışındaki bir otoriteye dayandırmıştır.

Locke ise, aklı ve inancı iki farklı alan olarak görmüştür ve dini tartışmalarda ilk yapılması gerekenin, “akıl ile inanç arasına kesin bir sınır çizmek” olduğunu söylemiştir.

Yeni Çağ Aydınlanması, ilk olarak aklın sorgulamaksızın belli bir inanca bağlanmasına ve bu bağlanmanın sürdürülmesine karşı çıkmıştır. Avrupa, sorgulamaya verdiği bu önem neticesiyle eski alışkanlıklarından yavaş yavaş uzaklaşmış ve dinin otoritesinden kurtulup bireysel düşünceye ve özgürleşmeye yakınlaşmıştır. Avrupa, akıl ve inanç arasına koyduğu ayrıma akıl tohumlarını serpiştirmiştir ve tohumlar günümüzde de meyve vermeye devam etmektedir.