Hz. Muhammed’in vefatından evvel İslam aleminin ahlak ile ilgili teorik soruları ve pratik problemleri, bizzat Hz. Muhammed tarafından gerek vahiy yoluyla gerekse sünnet ile İslam alemine bildiriliyordu. Hz. Muhammed, ahlak konusunda insan aklının izaha elverişsiz olduğunu, bu sebeple Kuran’ı ahlakın temeline alıp yaşamamız gerektiğini insanlara öğütlüyordu. O’nun vefatından sonra ardında kalan topluluk adeta boşluk içinde çırpınarak sorularına yanıt aramaktaydı fakat artık (Müslüman olsun veya olmasın) herkesin güvendiği “Muhammed’ül Emin” yoktu ve yeri bir daha doldurulamadı. Bu sebepten dolayı İslam aleminde iç karışıklıklar ve fikir ayrılıkları (mezhepler) başladı.
İslam aleminin geniş topraklara yayılması ve karşılaştığı kültürlerle etkileşimi sonucunda (özellikle kadim Yunan medeniyetinden intikal eden felsefi birikim ve ardından gelen Yeni Platonculuk öğretilerinin etkisiyle) İslam alemi daha önce hiç karşılaşmadığı sorularla ve problemlerle karşılaştı ve yeni bakış açıları kazandı. Bu da beraberinde kendi içlerindeki fikir ayrılıklarını tetikledi.
Ahlak felsefesinin ön plana çıkma aşamasında etkili olan bu iç ve dış sebeplerden sonra ortaya atılan ahlaki fikirlerin temelinde iki amaç vardı: Allah’ın kullarının fiillerini ve bu fiillerin kader ile ilişkisini açıklamak.
İslam ahlak felsefesine kelamcı düşünürler büyük katkı sağlamışlardır. Şimdi, kelam ekollerinden Mutezile, Eşari ve Maturidi ekollerinin özgür iradeye, kadere ve kötülüğe ilişkin açıklamalarını kısaca değinebiliriz.
MUTEZİLE EKOLÜNÜN AHLAK ANLAYIŞI
İnsanın sorumluluğunu ahlaki zemine oturtmak ve Allah’ın ahlaki yetkinliğini şaibelerden uzak tutmak amacıyla hareket eden Mutezile ekolüne göre, Allah’tan ancak ve ancak iyilik gelir; kötülük ise kuldan kaynaklıdır. Eğer iyiliği ve kötülüğü Allah’a yüklersek bu durum Allah’ın kudretine ters düşer ve peygamberler vasıfsız kalır. Kul, iyilik için belirli bir akla ve güce muhtaçtır; eğer kulun aklı ve gücü iyiliği-kötülüğü ayırt edebilecek ve iyilik yapmaya gücü yetecek düzeyde değilse kul bundan sorumlu tutulamaz. (Kant’ın ödev ahlakına paralel bir düşüncedir.) Mutezile ekolüne göre vahyin görevleri şunlardır:
- İnsan aklının idrak ettiklerini tasdik etmek.
- İnsan aklının idrak edemediklerini bildirmek ve belirtmek.
- İnsanın eylemlerindeki iyiliğin ve kötülüğün sosyal hayattaki karşılığı olarak sevapları/ödülleri ve günahları/cezaları bildirmek.
Yukarıda da gördüğümüz gibi Mutezile ekolü insanın özgür olduğu ve dolayısıyla kötülüğün insani bir eylem olduğu fikrindedir. Fahreddin er-Razi ise bu fikirde değildir ve şöyle açıklar:
“İnsan, hürriyet sahibi görünümündedir fakat hürriyetten mahrum bir varlıktır.”
EŞARİ EKOLÜNÜN AHLAK ANLAYIŞI
Allah’ın mutlak kudretini vurgulamak amacıyla hareket eden Eşari ekolüne göre, iyilik de kötülük de Allah’tandır; bir eylemin iyi veya kötü olduğunu ancak ve ancak Allah belirler. Bu fikir, insana özgür irade alanı bırakmadığı ve yapıp ettiklerinde herhangi bir sorumluluk tanımadığı için kötülüğü meşrulaştırmak noktasında tehlikelidir. Bu tehlikeye işaret eden Hasan Basri, Risale fil-Kader isimli risalesinde şunları yazmıştır:
“Bu işlerin ilahi takdirin sonucu olduğu şeklindeki iddia, bazı Emevi idarecilerinin uyguladıkları zulüm ve baskıdan kendilerini tenzih etmek için kendi arzularına göre uydurdukları ve Allah’a isnat ettikleri bir yalandır.”
MATÜRİDİ EKOLÜNÜN AHLAK ANLAYIŞI
Matüridi ekolü, kendisinden önce gelen Mutezile ve Eşari ekollerinin ahlaki sistemlerini alıp kendilerine özgü eklektik bir sistem inşa ederek adeta orta yolu bulmuş; hem Allah’ın mutlak kudretine vurgu yapmış, hem de insana özgür irade alanı bırakmıştır. Matüridi ekolüne göre, bütün eylemler Allah’tandır fakat insan, aklı ile iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek kudrettedir.
Matüridi Ekolü, özgür iradenin varlığı ve insanın iyilikten sorumlu tutulması için gerekli olan akıl ve güce sahip olması gerektiği fikirlerinde Mutezile ekolüyle; bütün eylemlerin Allah’tan olduğu fikrinde ise Eşari ekolüyle fikir birliği içindedir.
İncelemenizi Bırakın