About Us

COLORMAG
We love WordPress and we are here to provide you with professional looking WordPress themes so that you can take your website one step ahead. We focus on simplicity, elegant design and clean code.

Nominalizm ve Roscelinus Felsefesi

Nominalizm ve Roscelinus Felsefesi

ÖZET

Bu çalışmada öncelikle Roscelinus’un kendi felsefesini üzerine inşa ettiği nominalizm (adcılık) akımının temel ilkeleri ve tarihsel arka planı, tümellerin ontolojik statüleri ve tek tek nesnelerle olan ilişkileri hakkındaki tartışmaların günümüzdeki önemine dair bir inceleme ve değerlendirme yapacağım ve ardından nominalizm bağlamında Roscelinus’un felsefesi ve düşünce dünyasına katkılarını serimleyeceğim. Bu kronolojik yöntemle ulaşmak istediğim hedef, okuyucunun ilk olarak nominalizm akımı hakkında fikir sahibi olması ve böylelikle Roscelinus’un düşüncelerini ve yapmak istediklerini daha kolay içselleştirerek idrak etmesidir.
Anahtar Kelimeler: Roscelinus, nominalizm, mistisizm, skolastik düşünce, rönesans.

NOMİNALİZM

Türkçe karşılığı “ad” olan Latince “nomen” isminden türetilmiş nominalizmin bir diğer adı “adcılık”tır. Temel öğretisi sözcüklerin, kavramların, tanımların, tasarımların ve hatta iletişim aracı olarak kullandığımız dillerin gerçekte hiçbir varlıklarının bulunmadığı, yalnızca adlardan (nominalardan) ibaret olduğu; ancak ve ancak tek tek nesnelerin gerçek bir varlıklarının olduğudur. Nominalizme göre, adların veya kavramların işaret ettikleri nesnelerle olan ilişkilerinde herhangi bir anlam ilişkisi yoktur; tamamen nedensiz ve rastlantısaldır. Örneğin, zihnimizde var olan tütün kavramına neden tütün dediğimizin mantıksal açıdan hiçbir gerekçesi yoktur.

Nominalist düşünce İlk Çağ’dan itibaren bazı filozoflarca benimsenmiş olmasına rağmen, belirgin bir biçimde asıl etkisini Orta Çağ’da göstermiştir.
İlk Çağ filozoflarından Protagoras’ın ve Antisthenes’in nominalist düşüncelerini şu dizelerde görmekteyiz:

“Bütün şeylerin ölçüsü insandır, var olanların var olmalarının ve var olmayanların var olmamalarının.” – Protagoras

“Herhangi bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir, sana nasıl görünüyorsa senin için de öyle… Üşüyen için rüzgâr soğuktur, üşümeyen için ise soğuk değildir.”
– Protagoras

“Atı görüyorum ama at türünü görmüyorum.” – Antisthenes

Nominalizm, aşkın fikri yadsıyarak sadece fiziksel dünyadaki nesnelerin tek tek bir gerçekliği olduğu fikrini savunduğu için Orta Çağ’ın otoriteyi elinde tutan kurumu Kilise tarafından “dinsel sapkınlık” olarak görülmüş ve lanetlenmiştir. Nominalizm akımı hakkında düşünürlerin açıklamalarını ve akımın düşünce tarihi açısından önemini vermeden önce tümellerin ontolojik statüsü hakkındaki tartışmaların üç tipik yanıtını vereyim:

  • Aşırı gerçekçilik: Tümel kavramlar nesnelerden önce bir objektif gerçekliğe sahiptir. (Temsilcileri: Aziz Anselmus)
  • Ilımlı gerçekçilik: Tümel kavramlar gerçektir fakat nesnelerin dışında bir varoluşları yoktur. (Temsilcileri: Petrus Abelardus, Aquinolu Thomas, Albertus Magnus)
  • Adcılık: Tümel kavramların bir gerçeklikleri yoktur ve tümel kavramlar yalnızca adlardan ibarettir; sadece tek tek nesnelerin bir gerçeklikleri vardır. (Temsilcileri: Roscelinus, Duns Scotus, Ockhamlı William)

Ilımlı gerçekçiler; aşırı gerçekçiler ve adcılar arasındaki uçurumda köprü görevi görerek tartışmaların hafiflemesine neden olmuşlardır.

MİSTİSİZM VE NOMİNALİZM

Skolastik düşünce öncesi dönemde (özellikle Antik Yunan döneminde) akıl ve inanç keskin bir şekilde birbirinden ayrılmıştır. Skolastik dönemdeki mistisizm ise aklı, inanca mahkûm etmiştir ve artık insanlar inançlarına göre veya inançlarına zıt olmadığı sürece akıl yürütmelerini ilerletebilmişlerdir. Nominalizm ise akıl ve inancı tekrardan birbirinden ayırarak Rönesans’ın gelişine zemin hazırlamıştır.

Mistisizm ve nominalizm akımları, “sonsuzlaştırma eğilimi” noktasında ortak bir amaç içinde olsalar da, mistikler insan ruhunun Tanrı’ya ulaşarak kendini gerçekleştirme noktasında mükemmele erişeceğine inanır ve bu yüzden “beni” (egolarını) sonsuzlaştırma eğilimindedirler. Nominalistler ise sonsuz bir fiziksel evren düşüncelerinden dolayı “fiziksel dünyayı” sonsuzlaştırma eğilimindedirler. Bu ayrımı anlarsak, Copernicus’un güneş merkezli sistem fikri, Descartes’in geometriye dair incelemeleri, Galileo ve Newton’un mekanik yasalara ilişkin geleceğe yönelik çıkarımları daha anlaşılır hale gelecektir. Şimdi, nominalizm akımı ve tümeller tartışmasına ilişkin, düşünürlerin belli başlı görüşlerini aktaralım:

Friedrich Engels’e göre nominalizm, materyalizmin Orta Çağ’da ilk ifade ediliş biçimidir.

William Shakespeare bir sonesinde şöyle der: “Adın ne değeri var ki? Gül dediğimiz şeyin adı başka olsaydı da gül yine güzel kokardı.”

John Stuart Mill tümeller tartışmasına ilişkin şöyle der: “İsimler dışında genel bir şey yoktur.”

Thomas Hobbes ılımlı bir gerçekçidir. O, tikeller arasında bazı benzerliklerin olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılmak zorunda olduğunu, aksi taktirde düşünmenin, konuşmanın ve iletişim kurmanın olanaksızlığına vurgu yapar.

Ockhamlı William’a göre ise, olası en basit açıklama genelde en doğru olandır ve Ockham bunu bir metaforla açıklamaktadır: Ockham’ın usturası. Ustura, gerçekleşmesi mümkün olmayan ihtimalleri eleyerek akla en uygun gelen açıklamaya ulaşmayı simgelemektedir. Ockham da nominalisttir, onun için ortada sadece tikel insanlar vardır; etrafta görünmeyen tümel insanlar yoktur.

Tümeller sorununa ilişkin tartışma günümüzde de ehemmiyetini koruyarak devam etmektedir. Bu tartışmaya çözüm getirebilecek olan ilk çıkarsama, varlıkları yapılarına göre kategorilere ayırmaktır: dış dünyada var olanlar, düşünce dünyasında var olanlar ve dil dünyasında var olanlar. Bu çıkarsamadan sonra referans noktasındaki ayrımlar göze çarpmaktadır: aşkın bir varlığı referans alanlar ve sadece fiziki dünyayı referans alanlar. Birey, “fiziki dünyada var olan somutluklar nasıl oluyor da zihinsel dünyamızdakilerle bağlantılı oluyor veya zihinsel dünyamızda var olan somutluklar nasıl oluyor da fiziki dünyadakilerle bağlantılı oluyor? bu bağlantının ehemmiyeti nedir? Zihinsel dünyamızda var olan her kavramın fiziki dünyada bir gerçekliği var mıdır?” gibi sorulara cevap aradıkça bilginin imkanı ve niteliği üzerine bir fikir edinir. Bu tür nazariyeler, bireyin dünya görüşünü temelden etkileme potansiyeline sahip ehemmiyetli nazariyelerdir.

 ROSCELİNUS

Eserleri günümüze dek ulaşmadığı için hayatı hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız Roscelinus’un 1050-1120 tarihleri arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Roscelinus’un en büyük muhalifi olan Anselmus vesilesiyle (Sofistlerin hayatı ve fikirleri hakkında bilgi sahibi olabilmemize, onların en büyük muhalifi olan Platon’un vesile olması gibi) Roscelinus’un hayatı ve fikirleri hakkında az da olsa bilgi sahibiyiz.

Antik Çağ’da bilim, bilmek için yapılan bir aktiviteyken; skolastik düşüncede bilim, inanmak için yapılan bir aktiviteye dönüşmüştür. Nominalizmin Orta Çağ’da tekrar dirilmesinde etkili olan Roscelinus, skolastik düşünceye karşı ilk aykırı duruşu göstermiştir ve skolastik düşüncenin çözülmesinin başlıca nedeni olmuştur.

Roscelinus’a göre tümeller gerçek değillerdir ve yalnızca sesin esintileridir; gerçek olan ancak tek tek nesnelerdir. Buradan elde edeceğimiz sonuçlar ise şunlardır:

  • Kilise kavramdan başka bir şey değildir ve gerçeklik değeri yoktur.
  • “İlk günah” gerçek değildir ve yalnızca bir addan ibarettir.
  • Tanrı’da gerçek olan Baba veya Oğul veya Kutsal Ruh’tur. Bunların üçünün de birleşmesiyle oluşan “Tanrı düşüncesi” gerçek değildir; bu düşünce sadece bir isimdir.

Düşüncelerinden dolayı farklı farklı şehirlerde yaşamak zorunda kalan Roscelinus, ünlü Fransız tanrıbilimci; dil, diyalektik ve ahlak filozofu Petrus Abelardus’un öğretmenidir. Roscelinus’un fikirleri ve cesur duruşu Petrus Abelardus gibi pek çok kişiye ilham vermiştir. Bu kişiler vasıtasıyla kilisenin otoritesi zayıf düşmüş ve Rönesans dönemi başlamıştır. Roscelinus’un cesur bir söylemiyle yazımı sonlandırayım:

“Kilise, ağzımdan çıkan bir ses sadece.”