About Us

COLORMAG
We love WordPress and we are here to provide you with professional looking WordPress themes so that you can take your website one step ahead. We focus on simplicity, elegant design and clean code.

Tak-Tuk Tak-Tuk Tak-Tuk Bom

Tak-Tuk Tak-Tuk Tak-Tuk Bom

Oldu işte. Bütün benliğimden fırlayan şarapnel tanelerinin sebebi olan öfke patlamalarımın en güzelini yaşadım. “Bu gerçek.” Titreyen ellerimin bile bir sebebi var artık, damarlarımda gezen nefret. Ahahah! Bu neden bu kadar güzel hissettiriyor. Yok etme ihtiyacım gerçek olmalı. Başlattığım ve bütün uğraşlarımı adadığım her şeyi bir anda yok etmek bana sadece zevk veriyor şimdi.
Artık bir önemi kalmayana dek parçalıyorum kırıntıları. Fazlaca vahşet, fazlaca güzel.
Yeterince acımasız mıyım acaba bütün bunları yaparken, yeterince alıyor muyum acaba verdiklerim ne kadardı, böyle olması mı gerekiyordu yoksa başka bir gerçek var mıydı? Bilmiyorum, düşünemem. Yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalıştım hep, bu bir refleks artık benim için. En iyisini yapıyorum, gerçekler görecelidir zaten herkesin karşı karşıya gelebildiği her yerde. En kötüsünü yaptığımı söyleyecekler arkamdan ama onların fikirlerinin bir önemi yok.
Suçlayacaklar beni, inanmayacaksın onlara, sana her şeyi açıklayabileceğimi bildiğinden. İnanmalısın. Evet ben yaptım, benim kararımdı, benim seçimimdi. Beni ve kendini suçlaman gerekiyor, sadece kendini değil. Her neyse bunları düşünemem şu an.
Öhm Öhm! Karanlık bir odanın içindeydi, kiminle konuşuyordu bilmiyorum. Odanın boyutunu da bilmiyorum, çünkü oda karanlıktı. Yerden bir sopa aldı, etrafa amaçsızca sallıyor, sanki gölgesiyle dövüşür gibi bir hali var. Fazlaca komik bir görüntü bu, bana katılıyor olmalı ki kahkaha atıyor.
Ne yaptığı hakkında hiçbir fikrim yok diyerek kolaya kaçardım normal şartlarda fakat anlatıcı rolü bana düştüğü için yorumlarımı esirgemeyeceğim. Galiba kafayı sıyırdı ve nefret ettiği bir grup insanı kaçırdı ve her gün birini öldürerek 7 günlük tatil yapacak. Ne var be, illa doğru düzgün anlatmam mı gerek ben de seninle aynı bilgilere sahibim otur bekle işte olacakları.
Neden, neden, neden ben?
Neden sorusu kadar tehlikeli bir soru yok. Bu soru insan olsa, yamyam bir kabilenin insan eti kemiren liderine bireysel danışmanlık yapardı.
Üzgünüm koruyamadım, kaybettim içimdeki bütün güzel şeyleri. Artık bir değer yargım yok, doğrularım ve yanlışlarım yok. Ne istersem yapabilirim, hatta istemediklerimi de.
“Bunları zaten biliyorum neden anlatıyor bana.” Bunu düşünüyorsun di mi? Neden sorusuna bir cevabım yok artık. Gerçekten merak ediyorsan kendin bul cevapları ve gör anlamsız olduğunu, benim gibi. Cevabı bulunan bütün sorular şekil değiştirir, başka bir soruya evrilir. Ahahah! Dalga geçiyorlar bizimle, neden göremiyorsun bu apaçık gerçeği.
Bana mı konuşuyor bu?
Sana bir sır vereyim, acı fiziksel ve duygusal olarak ikiye ayrılmıyor, hatta duygusal acının olmadığını okumuştum. Bir yerin kesilince çekeceğin acıyla, can sıkan bütün olayların sonunda çektiğin acı aynı. Kolu olmayan bir askerin olmayan elinin dayanılmaz ağrısı ile ilgiliydi okuduğum yazı. Aslında sesli söyleyince biraz saçma geldi, saçma olsa bile bana ne, inanacağım ve inandığım tonlarca yalandan birisi bu da.
Yok bana konuşmuyormuş. Kime konuşuyor lan bu?
Üzüntülerim hiçbir zaman boş yere olmadı, dersler çıkardım, yapmam gerekenleri sergilemem tavırlarımı şekillendirdiler. Her birini üstümde taşıyorum. Bundan memnunum diyebilecek kadar değilim. Memnun değilim diyebilecek kadar da değilim aslında, bazı doğrularımı üzüntülerime borçluyum. Normalde yapmaya tenezzül etmeyeceğim şeyleri yaptım ve güzel hissettirdi. Aslında hayır! Bir şey borçlu değilim kimseye. Üzüntülerinden bir anlam çıkarmadan yaşayıp giden bir sürü dangalaklardan olmamayı seçen ben değil miydim en nihayetinde. Nerden çıkıyor bu tevazu. “Benim sayemde, kendime rağmen!” ya da “Bir şeyler sayesinde değil, her şeye rağmen!”.
Ama acılarım her zaman boş yere oldu. Değiştirmenin benim elimde olmadığı birçok durumda kaldım herkes gibi. Bundan şikayetçiyim işte! Yer değiştirebilsek, bir kere benim gözlerimden görebilseler ne gerek vardı bütün bunlara deyip anında dönerlerdi terse. Galiba mümkün değil. Bir şeylerden şikâyet eden birisi bile bunu başkası için yapmadıysa mümkün değildir. Ya da bunu ben belirliyorumdur herkes gibi, kendim için. Ben de kolayı seçiyorum, zoru seçeni göremediğimden haklı bir isyandır bu. Ya da değildir, herkes gibi aynı bahaneye tutunmuşumdur. Kim bilir? Benim bilmediğim kesin, senin ise söz hakkın yok bu konuda.
Birisi daha var ya da hayali arkadaşıyla konuşuyor. Bana kızma sen de bir şey anlamadın, ben de. Elimizdeki malzemeler aynı, bu kadar oluyor en fazla.
Buradan kurtulmak için nelerden vazgeçerdin? Ne kadar ileriye gidebilirsin vazgeçmek konusunda. Önem sırana göre vazgeçebileceklerin listende son sırada ne var? Hayatın mı? Cevap bu ise değiştir çünkü hayatın şu an senin elinde değil. Elinde olmayan bir şeyin pazarlığını yapacak kadar aptal değilsin sen. Ya da soruyu değiştirelim. Ahahah! Demin demiştim bunu sana, görüyor musun bak sorular daha cevabını bulamadan şekil değiştirmeye başladı bile! Vazgeçebileceğin bütün her şeyin arasından bana önem arz eden en ufak bir şey bulabilir misin? Aslında biraz hile yapıyorum, cevabı biliyorum “Bulamazsın, çünkü yok.” Sen de öğrendiğine göre cevabı, sorumuz şekil değiştirip uçup gitmekte özgür artık, senin aksine!
Hayali arkadaşı var mı yok mu belli değil ama odada birisinin daha olduğunu anladık. Aslında bende biraz hile yapıyordum. Odada birisi daha var, muhtemelen bağlı ağzı yüzü kolu falan. Yoksa bir ses çıkarırdı ya ayak sesi ya da neyse kaptın sen olayı. Ha bir de arada sopayı indirme sesi geliyor, şimdiye kadar neden söylemediğimi bilmiyorum galiba çok da önemli gibi gelmedi bana.
“Yaptıklarımın bedeli gerçekten bu mu olmalıydı.” Diye düşünüyor olmalısın. Ben de benim için böyle düşünmüştüm. Senin aksine benim yaptıklarım da güzel şeylerdi. Karmaşa dolu bu düşünceden sonra nereye vardığımı biliyorsun şimdi. Hiçbir eylem kendi kendine başlamıyor günümüzde. O devir çoktan kapandı gitti. Artık her şey tepkiden ibaret; ne bir fikir sahibine ait ne yapılan hareket gelen hareketten bağımsız. Her şey yapılmış en iğrencinden en güzeline. Basit bir taklitten öteye geçemiyoruz bile. Bak şu durumumuza, bu bir ilk değil. Bu son da olmayacak, belki peşimizden gelecek ve asla haberimizin bile olmayacağı, bizden tamamen bağımsız ama tıpatıp aynı olan durum benden esinlenilmiş sayılır -pardon bizden-. Bununla gurur duyacak değilim ama bir kez de olsa anılmak gerekir anılmadan bile olsa. Anormal bir durum yeterince yapılınca normal olur demiyorum.
Başıma gelenler sonucunda sadece benim bu yolu seçmediğimi bilmek. Her neyse! Durup düşüneceğim şey bu olmamalı. Eğer kaçınılmaz sıram gelir de anılırsam senin gibilerin hala var olduğunu bilip bir küfür savururum, bilmeden bile bütün bunları.
Vicdan yaptı vicdansız herif. Gerçi benim sebeplerim var, başka yolum yoktu bahaneleri ile kendini avutabilir daha sonrasında. Ne var ya, kendi gerçeklerini diğer insanların gerçeklerinden üstte tutanlar topluluğundan değil misin yoksa sen.
Yaptıklarımdan pişmanlık duyacağımı sanıyorsun di mi? Aslında haklısın duyacağım, şu an bile duyuyor olabilirim. Ama hiçbir şey yapmasam duyacağım pişmanlıkla kıyaslayınca devede pire kalıyor. İki önemli konunun yan yana durduğunda, hatta bırak konuyu, iki insanın karşı karşıya geldiğinde hiçbir konuda eşit olmaması, birinin bir konuda her zaman daha ağır basması gibi. Denge bir illüzyon çoğu zaman. Terazide bir eşitlik yok, olamaz da çünkü kim kimin ne koyduğunu bilmiyor. Hatta arttırıyorum, kimse kendisinin ne kadar koyacağını bile seçemiyor!
Yok yapmamış vicdansız herif. Niye erken konuşuyorum ki sanki bok varmış gibi. Biraz araya girmek istiyorum çünkü anlatıcı rolünü pek iyi yapamadığımı fark ettim, bari başka bir şey yapayım. Adamımız iyiydi kötü mü oldu, kötüydü iyi olmaya çalıştı karşılığını mı bulamadı bunları bilmiyorum öncelikle. Biraz ötesinde düşünürsek şu an cidden kötü adam o mu onu bile bilememekteyim. Bunun nedeni benim eksikliğim değil, olayı herhangi bir şekilde anlatmaması şimdiye kadar. Biraz geriye gidip bakarsak da tek bir taraftan iki kişinin hikayesini dinliyoruz, bu da şu soruyu getiriyor “Olayların tamamen içinde olan birisi ne kadar objektif olabilir?” Tamam sana başka soru getirmiş olabilir ama bana ne bundan. Ben de biliyorum tek taraftan dinleyince tüm gerçeklere ulaşılmayacağını, herkesin kendi hikayesini anlatması gerektiğini. Aslında anahtar kelime “biliyorum” ve değinilmeyecek kadar basit bir şey bu benim için. Her şeye değinmemi bekleme benden zaten eşit şartlarda iki dinleyiciyiz şunun şurasında.
Şimdi biraz sakinim ve nefret ettim bundan. Öfkemi ilk anında yaşamak isterdim işimiz bitene kadar. Olsun bu beni bağlar, senin için değişen bir şey yok. Ani bir kararla işleri buraya getireceğimi düşünmemişsindir umarım. Yaptıklarımla yapacaklarım aynı oranda olacak, garip di mi, normalde tam tersi olur. Sürekli düz bir çizgi şeklinde giden çok az şey vardır, illa bir el müdahale eder bu çizgiye. Aynı kalmıyor hiçbir şey. Burada değişkene örnek olarak zaman demek isterdim ama düz bir şekilde aynı yöne giden az şeyden birisidir o, hakkını yemek istemem. Aynı zamanda en çok müdahaleyi yapan da o dur demek isterdim ama yine hakkını yemiş olurum, zamanın getirdikleridir yapanlar. Zaman tek yönlü bir yol gibi, biz de önümüze çıkan şeylerden onu sorumlu tutuyoruz garip bir şekilde.
Yol bitiyor ve yine onu sorumlu tutuyoruz sanki bitiş noktasına kadar onun sayesinde gelmemişiz gibi. Zaman işlemeye başladıysa er ya da geç bitecektir de. “Her son yeni bir başlangıçtır” ya da “Başlangıçlar bizi sonumuza götüren aracılardır.” Hangisi daha gerçek?
Sana tavsiye iki seçenek arasında kararsız kalırsan daha acı olan muhtemelen gerçektir.
Yeterince aptalsan uyabilirsin bu tavsiyeye, değilsen iki seçeneğin de gerçek olmadığını daha birçok seçeneğin olduğunu, gerçeğin tutup önüne koyulacak kadar hafif, söylenecek kadar da basit bir şey olmadığını bilirsin zaten.
Ne oluyor burada anlamış değilim niye geyik muhabbetine daldık birden şimdi. Bu arada yüzü hariç her yerini dağıttı adamın. Of her şeyi de ben mi söylemeliyim sana, dedik ya işte arada vuruyor diye.
Aslında evet ben söylemeliyim, ne anladın ki şu ana kadar? Birkaç kişisel fikir anlatıldı, olay var ama o’su bile geçmedi daha. Durup olayların nereye gideceğini düşündüğünü bile düşünmüyorum, bu senin suçun değil derdim ama fazlaca alışmışsın hazıra konmaya, “Ne diye düşüneyim zaten okuyarak sonuca ulaşacağım” diyebilirsin. Bir boka ulaşmayacaksın ne yazık ki sonuç hariç, diyebilirim ben de herhalde sana aynı samimiyetle.
Kaybettiklerime gelelim. Bazı şeyleri kaybettin mi hala bir şans var mı bilemezsin ve en kötü senaryoda aslında hiç beklenmemesi gereken bir konuda ısrarla tek başına beklediğini anlarsın. Ben kaybettim demek isterdim, benim bir suçum olmazdı o zaman. Ben birden hepsini bıraktım, beklenmesi gerekenlerinden tut henüz kazanmadıklarımı bile. Kaybetmek bir anda olur zaten, senin mantığın alıyor mu zengin iş adamının yıllar boyunca bütün parasını kumarda kaybetmesini ya da kundakçının metrekarelerle bir evi düzenli olarak yakmasını. Suçluyum. Bunun bile isteye kendi seçimim olduğunu bileceğim her zaman. Fakat seçeneklerimi zamanla eksiltip beni en kötüsünü seçmeye itmeni de atlayıp bütün suçu tek başıma üstlenmeyeceğim. Tanıyorsun beni, en azından tanıttığım kadarıyla, canım yanmasaydı yakmazdım canını.
İntikam galiba di mi? Yapılanlara içerleyip bütün iyiliklerini geri alıyor gibi bir hali var. Çok iyilik yapmış olmalı çünkü diğer kişinin artık dinleyebildiğini bile düşünmüyorum. Bir tezatlık var, sen de fark ettin mi? Yapılan iyilikler geri alınabiliyorsa iyilik mi oluyor borç mu takılıyor? Neyse varsayım üstüne kafa yormaya ne gerek var şimdi. Bildiklerimize geçelim. Adamımız yaptıklarının farkında ve sonuçları olacağından emin hatta hesaplamış bile. Planlı bir şekilde birini kaçırıp dövecek birisi ne kadar iyilik yapabilir diye ufak bir soru sıkıştırmadan edemeyeceğim. Yaşadıkları insanların sınırlarını değiştirir elbette ama bundan bahsetmiyorum ki ben. Acı çektirmekten çekinmeme yeteneği bir anda gelebilecek bir yetenek değil sadece.
Neyse sana dönelim biraz da. Bak şu adama ne kadar çok konuştu, kendi fikirlerini anlattı, katıldık ya da katılmadık o kısımdan bahsetmiyorum, yanlış anlayıp durma beni. Adamın yerinde olsan olayın o’sundan bahsetmeden ne kadar konuşabilirdin acaba? Neyse cevabını merak ettiğim bir soru değildi bu, elbet konuşursun sen de en az bu kadar. Biraz sinirlendim sana fark ettiğin gibi, ilk konuşmamda belirttim karanlık bir odada bir şeyi göremiyorum diye. Hemen ardından da yerden bir sopa aldığını ve sopayı sağa sola salladığını da söyledim. Duyarak edinebileceğim şeyler mi gerçekten bunlar, ya da senin çıkarabileceğin sonuç bu kadar mıydı diyeyim? Hem ikimiz de eşit şartlarda dinleyicilersek ben neden senden birkaç adım öndeydim hep?
Oda en başından beri aydınlık, o da en başından beri karanlık olamaz mı?

-“Öyle güzel uyuyordun ki, vurmaya kıyamadım.”