DÖNEMLENDİRMENİN MAHİYETİ
İnsan zihninin idraki için, öncelikli olarak idrakin nesnesi olacak olan (zihnin yöneldiği) olgu, nesne, kişi, edimler, vb. bir yöntemle (yine zihin tarafından) tasnif edilir. Tasnif sonucunda zihin, idrak etmek için yöneldiği nesneyi belli bir zaman, belli bir mekân, belli bir benzeşimler (çağrışımlar) bütünü içinde idrak eder. Şayet tasnif olmasaydı, zihin, iki ucu belirsizlikler arasında, henüz lime lime edilmemiş bütünü idrak edemez ve oradan oraya sürüklenirdi. Tasnif, zihnin çalışma prensibi için zorunludur ve bu nedenle üzerinde önemle durulması gerekir.
Bu yazıda, İslam düşünce tarihini dönemlendirirken yapılan belli başlı hatalar, dönemlendirmenin nasıl yapılması (daha çok nasıl yapılmaması) gerektiğine dair birtakım öneriler ve nihayet İ. Halil Üçer’in yeni bir dönemlendirme önerisi üzerinde durulmuştur.
Her dönemlendirme girişimi esasında her zaman eksik kalmaya mahkumdur. Çünkü yaşamın tüm boyutlarını kuşatacak bir kesinlikle dönemlendirme oluşturmak mümkün değildir. Dönemlendirmeyi yapacak olacak tarihçi, öncelikle dönemlendirmenin kriterlerini belirler ve kendi amacı üzerinden bir dönemlendirme girişimine kalkışır. Bu girişimi zorlayacak önemli faktörlerden biri, dönüşümlerin iç içe geçmiş, bir arada yapısıdır. Tarihçi, değişim ve dönüşümleri tespit etmek ister fakat ele aldığı nesnenin karmaşık yapısı bunu zorlaştırmaktadır. Örneğin, düşünce tarihine baktığımızda kültürün mü sanatı, siyasetin mi kültürü, askeri gücün mü siyaseti belirlediği, vb. tespit etmek güçtür. Çünkü değişimler/dönüşümler belli bir düzeni takip etmekten ziyade bir arada olur ve kendini hemen belli etmez; veya etkileşim ağı içerisindeki insanın idraki hemen olmaz.
Yazının girişinde değindiğim üzere, insan zihninin idraki için bir mekân/bölge zorunludur. Tarih yazımında da aynı zorunluluk vardır. Çünkü dönemlendirmedeki tarihsel aralık, ancak bir mekânın varlığıyla varlık kazanır. Şeylerin birbirleriyle bağlantıları ve bütünlükçü yapıları göz önünde bulundurulduğunda, bilim ve felsefe alanındaki yeni teorilerin salt teoriyi ortaya atanın zihni tarafından değil, etkileşimde bulunduğu zaman ve mekândan ortaya çıktığı düşünülebilir. Çünkü bazı dönemlerde bazı mekanlar (Atina, Bağdat, Viyana, vb.) sanki kendinden düşünür veya düşünce çıkarmaya zorluyor gibidir. Yine de meselenin muamması hâlâ varlığını korumaktadır.
İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ İÇİN DÖNEMLENDİRME TEŞEBBÜSLERİ
Rönesans ve Reform hareketleri neticesinde Batı dünyasında birtakım mühim değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler tarih yazımındaki değişimleri de beraberinde getirir. Özellikle on yedinci yüzyıl tarih yazımına baktığımızda, tarihin bir ilerleme – gerileme mantığı çerçevesinde yorumlandığını ve yeniden inşa edildiğini görürüz. Bunun olumsuz sonuçlarından biri, düşünce tarihindeki farklılıkları, büyük değişimleri göz ardı ederek tekdüze ve alabildiğine sınırlayıcı bir algılama biçimi olmasıdır. İslam düşünce tarihi yazımı da ilerleme – gerileme mantığı çerçevesinde düşünce tarihi yazımından nasibini almıştır. Bu dönemlendirme anlayışına göre İslam düşünce tarihi iki bloktan/dönemden oluşmaktadır: yedinci – on birinci yüzyıllar arası dönem ve on ikinci – yirminci yüzyıl arası dönem. Kapsamları aynı olmakla birlikte her dönemlendirmenin kendine özgü isimleri bulunmaktadır. Örneğin, Gazali öncesi ve Gazali sonrası, İbn Rüşd öncesi ve İbn Rüşd sonrası, Klasik dönem ve Klasik sonrası dönem gibi farklı isimlendirmeler mevcuttur.
Bu dönemlendirmeye göre ilk dönemdeki ilerlemenin nedeni, genellikle Antik medeniyetlerin klasiklerine yönelik doğrudan ilgi ile açıklanır. Bu açıklamaya göre ilk dönem İslam düşünürleri Aristoteles, Platon, Plotinus, Galen, vb. klasikler ile yakından haşır neşir olmuşlardır ve ilerleme, ancak bundan sonra mümkün olmuştur. Peki, durağanlık veya gerileme diyebileceğimiz on ikinci yüzyıl ve sonrası dönemde ne oldu, nasıl bir farklılık vuku buldu da ilerleme durağanlaştı veya bitti? İlerleme – gerileme mantığı çerçevesinde dönemlendirme yapan bir tarihçi için bunun cevabı çok açık ve nettir: Antik klasiklerden kopmadan sonra ortada düşünce diye bir şey kalmamıştır. Fakat gözden kaçırılan bir nokta vardır. Bu yönteme göre İslam düşünce tarihi kendi içerisinde değerlendirilmiyor, bizzat Antik düşünce ile ilişkisi nispetinde değerlendiriliyordur. Ana kriterin İslam düşünce tarihindeki değişimler değil de Antik klasiklerden dönüşümler olması halinde ortaya çıkan dönemlendirme ürünü, salt bir İslam düşünce tarihi ürünü değil, bizzat Antik düşünce tarihinin ürünüdür.
YENİ BİR DÖNEMLENDİRME ÖNERİSİ
İ. Halil Üçer’in İslam Düşünce Atlası’nda teklif ettiği dönemlendirme, mütekaddimun – müteahhirun ayrımındaki temel kriterlerin takip edilmesiyle ve yeni bileşenler tarafından zenginleştirilip geliştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu dönemlendirmeye göre İslam düşünce tarihi dört dönemden/bloktan oluşmaktadır: Klasik dönem, Yenilenme dönemi, Muhasebe dönemi, Arayışlar dönemi. Bunlardan klasik dönem yedinci ve on birinci yüzyılları, yenilenme dönemi on ikinci ve on altıncı yüzyılları, muhasebe dönemi on yedinci ve on sekizinci yüzyılları, arayışlar dönemi ise on dokuzuncu ve yirminci yüzyılları kapsamaktadır.
Dönemlendirmenin temel kriteri, İslam düşünce tarihindeki disiplinlerin konu, problem ve yöntem açısından sürekliliği ve zaman içerisindeki dönüşümüdür. Dönemlerin isimlendirilmesi herhangi bir değer atfı üzerinden ortaya atılmamıştır; ilerleme – gerileme tespitinden uzaktır. Dönemlendirmenin en değerli özelliği, İslam düşünce tarihinin dinamiklerini dışarıda değil, yine bizzat kendi içinde bulmasıdır. Şimdi, dönemlendirmedeki dört dönemin temel özelliklerine geçebiliriz.
Klasik dönem, kendinden sonra gelen dönemlere öncelik etmesi (zamansal değil, ilkesel önceliği önem arz etmektedir) bakımından asli yapıyı örnekler ve kendinden sonraki dönemlerin de bizzat referans noktasıdır. Klasik dönemin başlangıcında, sorulara veya sorunlara teorik bir çerçevede cevap aranmaktadır. Teorinin ön plana çıktığı bu dönemde, bilimsel disiplinler ortaya çıkmış ve teoriler üzerinden tartışmalar vesilesiyle ekoller doğmuştur. Bu ekollerden kelam ekolünün olgunlaşması, Mutezile kelamcılarının vasıtasıyla olmuştur.
Klasik dönemin tanımlanmasındaki aşamalar tedvin, tasnif ve tebvib olmak üzere üç türdür. Yenilenme dönemine geldiğimizde artık tanımlamadaki terimler tahkik, tahrir ve tadildir. Yenilenme dönemi kendi içinde iki kısımdır: on ikinci – on dördüncü yüzyıllar arası Erken Yenilenme Dönemi ve on beşinci – on altıncı yüzyıllar arası Geç Yenilenme Dönemi. Erken yenilenme döneminde nazari geleneklerin karşılıklı etkileşimi neticesinde yeni okullar ortaya çıkmıştır ve bu okullaşmalar etrafında klasik eserler telif edilmiştir. Geç yenilenme dönemi ise, bir tür yöntemsel bütünleşme veya yöntemde uyuşma yöntemidir. Erken yenilenme döneminde yöntemlerin imkanının genişletilme çabası, geç yenilenme döneminde yöntemlerin sınırlarda sınanması çabasına dönüşmüştür. Yenilenme döneminin önemli okulları arasında Yeni-Eşarilik, İbn Sinacılık, İşrakilik ve Ekberilik, vb. vardır.
Muhasebe döneminin ürünü olan metinler, dönemin ruhunu yansıtması bakımından oldukça önem arz etmektedir. Muhasebe döneminin, diğer dönemlere nispetle dönüştürücü bir etkisi vardır. Hatırlanacağı üzere, geç yenilenme döneminde yöntemsel bütünleşme hakimdi, muhasebe döneminde bu yöntemsel bütünleşme fikri nihai aşamasına ulaşmıştır.
Arayışlar dönemi, özellike Batı dünyasında meydana gelen büyük değişimlerin, İslam dünyasındaki kırılmalarının bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemdeki savaşlar ve kayıplar İslam medeniyetini ciddi bir buhrana sürüklemiştir. Bu buhranın arasında tek gaye krizi aşmak yönündeki arayışlardır. İslam dünyası sahici bir çözüm istiyorsa kendi içine devrilmeli, soruları kendine sormalı ve cevabı bizzat kendinden çıkarmalıdır.
Not: Bu yazı, İ. Halil Üçer’in “İslam Düşünce Tarihi İçin Bir Dönemlendirme Önerisi” başlıklı makalesi referans alınarak hazırlanmıştır.
İncelemenizi Bırakın