Merhabalar beyler, her birinizi içimde kalan bütün saygıyla selamlarım. Malum bira fiyatları almış başını gidiyor, size Hayat tekelinden, Biricik şarabı getirdim. Ha-ha! Yemin ederim kelime oyunu yapmıyorum beyler. Sordum Hayat Tekelindeki bekçiye, Bir Tekel için fazla güzel bir isim değil mi? diye, Değil dedi, anlattı ama size iletmeyeceğim beyler; azıcık merak edin, zihni canlı tutar merak.
Neler yaptınız diyeceğim ama bir şey yapmadığınızı da biliyorum içten içe. Ruhi zamanı öldürmekle senden beklenen kadarını yapmışsın cidden be.
Hoş geldin Ahmet, ne yalan söyleyeyim seni özlemişim. Bize anlatacağın hikayeleri zamansız bir yerde ne kadar beklenirse o kadar bekledim. Zaman kötüdür, bütün o kelebekleri öldüren şeyi öldürdüğüm için kendimde kusur bulamam.
Ruhi, varlığın bile varlığıma hakarettir. Buradaki herkesi yüzüne tükürecek kadar çok severim ama senin suratına bakmak istemeyeceğimden seni ayrı bir sevmem. Bağır hadi Kusursuzum diye, sen safi kusursun be Ruhi.
Koy Altan. Ben gazozla alayım, bardağımdan kabarcıklar çıksın böyle yüzeye, akrabalarına kavuşurcasına kucaklasın kendinden olanları, ezcümle metaforu bol olsun.
Hadi bakalım. İlk nefes. İlk cümle. İlk kurşun.
İlklerle hep sorunlar yaşamışımdır beyler. Bir şeye başlamadan o işte iyiyimdir. Bir şeye başladıktan sonra da o işte iyiyimdir. Ama o ortadaki belli belirsiz silik çizgi, o işte kötüyüm beyler.
Her olasılığı hesaplayan ben, belirsizlikle yüz yüze geliriz o an. Sol elimde bütün kombinasyonları tutarken, sağ elime olabilecek her şeyi almak için hazırda beklerim.
Belirsizlik Benjo’dan bile acımasız Altan. Seni küçültene dek yavaşlatır zamanı içinden büyük bir ustalıkla sıyrılarak, arkana geçer ve kulaklarına fısıldar, Bütün kombinasyonları cidden elinde tutuyor musun? diye. Sonra sen hariç her şeyi hızlandırır. Beyninde acaba sesi bir yankıya dönüşürken usulca, kendinden şüphe ettiğin o an. Pat! Sağ elin bomboş kalır. Hadi geçelim o çizgiyi.
Buraya aranızdan birini öldürmeye geldim Altan.
Gerçeklik nedir tam olarak? Şu masadaki kalemi demiyorum be oğlum. İnsanların fikirleri ve duyguları iç içe geçirip, lisanları kullanarak üstünde çalışıp zihinlerinde yarattıkları o şeyden bahsediyorum.
Peki. İnsan olmak nedir tam olarak beyler? İnsan olmak algılayabildiğin, anlayabildiğin ve anlamlandırabildiğin kadar olmaktır. Son derece öznel değil mi? Algılamak herkes için değişir. Ondan bir anlam çıkarmak herkes için değişir. Ona bir anlam yüklemek herkes için değişir.
Bu yüzden mi bu kadar farklı insanlar yürüyor yer yüzünde? Galiba evet. Herkes kendi potansiyeli ve onu ne kadar kullanabildiğine bağlı olarak varlardır.
Zamanında birisi elimize kurallar kitabını tutuştururken gerçekliği nasıl tanımlamıştı hatırlıyor musunuz? Gerçeklik: yalındır, sadedir, olduğu kadardır ve kabulleniş gerektirir.[1] Bu ne vasatlık beyler?
Gerçeklik, en azından benim sırtına hedef tahtası koyup, endişe içinde oradan oraya kaçmasından keyif duyduğum şey, yoktur!
Hey! Hey! Hey! O kitaba baktığınız gibi anlamaya çalışan ifadeler kuşanın lütfen beyler! Çatık kaşlarınız beni yargılamamalı. Mavallarımı dinleyin! Palavralarıma kulak verin önce.
Ben yanılmak aşkıyla yanıp tutuşurum! Şaşırmak en çok bana yakışır emin olun.
Gerçeklik sinsi bir yılandan başka hiçbir şey değil. Sinsi yılanlar, hayattan yılanları yaratıyor çalarak; mağdur bile yok bu fasit dairede. Olamaz da insanlar riyakarlığı dert etmediği sürece -ki çoğu etmez-. Riyakarlık göklere uzanıp gökyüzünü bile delip geçer beyler bu hafife alınacak bir konu değil. Nankörlük oksijenden daha fazla bulunur hep atmosferde, atmosferi darmadığın eder.
En zararlı özelliğim bir anlam bulamayacağımı bilerek, bir anlam aramak ve kendimi anlaşılabilir kılmaya çalışmak. Anlaşılabilir değilim beyler ben. Acı çekmeyi bir yakıt haline getirip zihnimin sınırlarını zorlarım ben, keşfedilecek o kadar çok şey vardır ki insan zihninde, dünyada. Şimdi bütün vakitler benim olsun, yetmez beyler. O kadar zaman ve enerji mevcut değildir. Bu yüzden insanız, algılarımız doğrultusunda anlayabildiklerimizden anlamlar çıkartıp dururuz. Sadece bu kadar olmamalı diyerek. Sadece bu kadardır.
Bakın çıkardığım anlamlara şimdi, benim gözlerimden. Kapkara gözlerimden baktığınızda afallamayın diye ön bilgilendirme yapayım sizlere. Altan şu kazanı ters çevirip üzerine bir pizza at. Baktığınızda göreceğiniz ilk şey: hiçbir şeylik beyler, kör ulan bu deyip gözlerinizi yummayın hemen. Görüşünüz, gözlerime alıştığında her şey karmakarışık gelebilir sizlere, yine aldanmayın. Sadece basitlikleri göremeyip direkt derinlere dalmak kusuru dışında kötü bir yanı yoktur gözlerimin, iyi geçinin beyler. Ruhi neredesin? Seni göremiyorum. Ha-ha! Özetle basit gerçekleri gözden kaçırsam da bütün derinliklerde basit gerçeklerin neden en göz önünde bulunduğunu bulurum ben, Neden? sorusunu karşılayacak kadar acımasızım beyler, beni yiyip bitiremiyor, bende ondan ısırık aldığımdan her fırsatımda, bende onu bitiremiyorum her fırsatta benden bir ısırık aldığından, anladınız konuyu.
Başlangıçlar ve sonlar aynı kişidir beyler, kendisinin bile haberi yoktur bundan. Bir şeye başlarken emin olacağınız yek şey biteceği olmalıdır. Bakın sağ elimdeki damgaya, olasılıklar zincirinin ilk halkasıdır bu! Birçok birbirinin aynısı kavrama zıtlık demişler beyler.
Ahmet yeter cidden! Şu zıtlıklarla derdin nedir senin, her gelişinde zıtlıkların zıt olmadığını savunup duruyorsun bizlere. Hatırlıyoruz be olum; güvenmek ve şüphe etmek aynı anda yapılabilir, sevmek ve nefret etmek falan. Bak hak verilmek istiyorsan vereyim hepsini. Sal şu zıtlıklardan yola çıkarak terslerinin mümkün olduğunu kanıtlama işlerini. Mutlu şeyler anlatmayı denesene lan bir kere?
Edip kes sesini, dinleyin diye değil bir şeyleri sonuca bağlamak amaçlı anlattığımı da hatırlıyorsundur o halde. Önceki tiradımda anlattığım zıtlıklar duygulardı, onları öğrenmekteydim. Şimdi sıra kavramlara geçti, artık duygularla bir derdim yok. Beni azimli bir öğrenci olarak düşünebilirsin ama biraz zor bu, beni el yapımı bir silah tasarımcısı olarak düşün sen. Pizzaları yakacaksın Altan, başıboş bırakma şu kazanları. Mutlu şeyler ne lan? Bir sonraki gelişimde anlatmak için edinmeye çalışırım, edinirsem de anlatmam.
Her neyse beyler, girmeyin araya. Oturun yiyin, için. Az sabredin daha gidecek yerlerim var çok kalmayacağım, bitecek yani bu konuşma size öyle gelmese de.
Ne diyordum. Başlangıç ve sonlar aynı kişidir, Ruhi gereksizdir, pizza ve şarap güzel gidiyordur, tamam. Ölüm ve yaşam aynıdır!
Burası bir silah çıkartıp birimizi vuracağın kısım mı?
Hayır değildi ama araya girdiğin için seni vurabilirim istersen.
Olur.
Ya Samet, adam pizza getirdi pizza, az susun beyler pizzaya saygınızdan.
Samet ölmemiş miydi zaten niye burada?
Ölmemişim, kış uykusuymuş.
Zaman yoksa biz yaşamıyor olmuyor muyuz zaten?
Yaşamak nedir ki zaten? Bazen sadece su içmektir.
Ruhi harici birisi cevaplayabilir mi lütfen?
Bize niye soruyorsun lan, Ahmet’e sorsana.
Ahmet?
Anlatıyorum ya! Lütfen beyler, girmeyin.
Biraz geriye saracağım yoksa sizleri ikna edemez gibiyim direkt vardığım sonuçları üzerinize savurarak. Benim gözlerimdesiniz hala, bunu unutmayın.
İstekler neden bir acizliğe teslimiyetten fazlası olamamaktadır? Bir şeyleri isteyip bir hedef belirleyip ona doğru yürüdüğü dandik hedefini kimse kendi belirlemiyor ki. Var mı kendisi belirleyen diye gereksiz retorik bir soru bile sormayacağım bu konu hakkında. İstekler eksikliğini çektiğiniz her şeyin listesidir; kimse elinde olan bir şeye beslediği arzuyu büyütemez, elinde olmayan bir şeye beslediği arzu kadar. İstekler, elinde olmayana karşı çaresizce istek duymaktır. Çare elde edildiğinde, eksikler listesi yerinde eksilmeden durur ve yeni bir çaresizlik arzulanır, yeniden. Garip bir döngü değil mi?
İstediğin her şeyin basit bir içgüdüden çıka gelmesi, aslında isteklerini kendinin belirlememesi.
Ahmet 2 yıl kadar önce demiştim bunu sanki: Bir ses sana bir şeyi istemen gerektiğini söyler. İçinden kendisiyle konuştuğunu sanan andavallara en azından-kedisiyle konuştuğunu sanması bile daha mantıklı benim nezdimde- [2] diye. Devamını merakla dinliyorum yani, ilgimi çektin.
Yaşam ve ölüm, birbirine karışmış iki karşıtlık, onlara ilginç şeyler yapacağım izninizle.
Ölümün öldüğü yerde yaşam başlarken, yaşamın öldüğü yerde ölüm başlıyor. Ölüm sonsuzken, yaşamın başı ve sonu var. Başlayan her şey er ya da geç bitecektir dediğimi ve başlangıç ve sonların aynı kişi olduğunu söylemiştim. Başlangıç ve son yok, yani var ama kayan bir yıldızın başını ve sonunu saptamak saçmalıktır ki bizler de başını saptayamadığımız gibi sonuna varınca saptayamayacağımızdır.
Bize kalan ne oluyor? Şimdiler olmalıydı cevap, anlar ve saatin saniyelerini gösteren bir çubuk olmalıydı. Neden değil? O çubuğa bir isim koymayı bile gereksiz bulmuşlar baksanıza. Geçmiş, günümüzü şekillendirirken; günümüzün geleceği şekillendireceğini anlatıyorlar çalınan ıslıkla. Şimdilerimiz bizim değilse eğer, geleceği geçmişimize mi saklamışlar? Bir şeyler birbirine karışıyor huzurlarınızda sanki ama hayır bir şeyler birbirinin aynısıdır zaten.
Saniyeyi kovalayan çubuğun önemsizliğiyle; akrep yelkovanı sokar, yelkovan akrebe tur bindirir, ölümün ölmesiyle yaşam doğar, yaşamın ölmesiyle ölüm doğar.
Şimdiyi görebilmekle tutsak bırakılmış gözlerle kaymaya başlarız; saniyeler/anlar atlanır, gelecek geçmişte saklanır, isteklerimizi oluşturanlar eksiklerimizdir, eksiklerimiz eksilmez, yaşam kadar anlık olduğu atlanan bir kayma sonsuz olan ölümün evreninde sonsuz değildir, başlangıç ve sonlar sonsuzluğun içerisinde yok denecek kadar küçüktür, yoktur.
Burada hepinizin ölmesi gerekiyordu. Yanıldım mı? Galiba insanlığın evrendeki önemsizliğini kanıtladım. Tekrar deneyeceğim.
Ölemediğimiz için geçen süreye geçmiş, ölmediğimiz için yaşadığımız süreye şimdi, ölmediğimiz için geçireceğimiz süreye gelecek diyoruz. Ne bakıyorsunuz öyle, kanıtlayacağım işte! Başka bir şey daha eklemem gerekiyor: Dün ve yarınlar. Dünler ve yarınlar birbirine karışır mı? Yaşayacaklarını çok önceden yaşamış ve tekrarların içerisinde olan ben için evet, bazıları için hayır, geç bunu. Dün ve yarınlar zıt mı? Ben uyurken üstümü örten hayat kulaklarıma yarının aynısından bir dün geçirdiğimi fısıldıyor her akşam, benim için hayır, bazıları için evet, geç bunu.
Bulacağım sabredin, kusursuz denklem buralarda bir yerlerde olmalı! Dün ve yarınlar nedir? Dünler geride bıraktığımız zamanlardan, gelecek ilerideki zamanlardan oluşuyor, aslında ikisinin de içinde asla bulunmadan sadece bugünü yaşıyoruz, dün ve yarını ortan ikiye ayıran keskin bıçak şimdilerdir. Keskin bıçak dış etmen olduğu için şimdileri mi saymamak gerekiyor, bu çok saçma, keskin bıçak dış etmen değil, dün ve yarınlar dış etmen onları saymamak gerekiyor, o keskin bıçakta her şey, dünler ve yarınlar yoktur. Şimdi de yaşadığınızı kanıtladım, hey ısınıyorum, sonuçlar kolay ulaşılan şeyler olsa onları aramak için ne diye bu kadar yorulmuş bir hale buraya gelmiş olabilirim?
Öldürmeye çalıştığın aramızdan birisi değildi di’ mi? Zaman anahtar gibi duruyor ve zamansız bir yere gelmen kendini öldürmen demektir, aramızdan birisi derken kendini mi kastediyordun?
Samet her denilene inanmamalısın artık. Ruhi duvardaki saatin pillerini sökmüş sadece cidden bunu anlayamadın mı şimdiye kadar?
Nerede kaldım, heh, dünler ve yarınlar yoktur, keskin bıçak/şimdiler vardır sadece, keskin bıçak/şimdiler/saniyenin çubuğu/belli belirsiz silik çizgi, bu işte kötüyüm beyler. Hay! Şimdi de yaşamak konusunda kötü olduğumu kanıtladım kendime. Kafam karıştı beyler, bir şeyler bir şeylere girdi, artık zihnim çalışmıyor gibi.
Neyi kastettiğini anladım, metaforik hipermetrop gözlerinden öperim Ahmet, bilirsin gözlerden öpmek ayrılık getirir ve tereddütsüz öpüyorum gözlerinden. Bundan sonrasını devralacağım izninle.
Her birimizi öldürdü beyler, delik deşiksiniz, üzerine bombalar bağlayıp her birinize şarapnel taneleri hediye etti aslında fakat farkında değil henüz. Anlatmaya çalıştığı şey şuydu:
Bizler ölmek için doğanlarız. Ölüm bir kayan yıldızın artık kaymamasından fazlası değil, yaşam da yıldızın kayması demek değil, bu ölüme giden yol demek. Yıldız artık kaymadığında geriye bir şey kalmıyor gibi görünse de bu durum da hiç öyle değil, Ahmet kadar yakını göremiyor değilsiniz yaklaşın ve bakın, yıldızın yaşamı ardında bıraktığı izlerdir. Yaşamak ölmediğin için süren bir şey değil, yaşadığın anlardır sadece, cevap basit aslında. Yaşamak yaşamaktır ve bizler yaşamıyoruz beyler, demin öldürüldük ve bu Ahmet’in yaşaması demekti, vardı ve ardında izler bırakıyordu ve bizler izlediğimiz için öldürüldük!
Şimdi de ben yaşıyorum ve sizler ölüsünüz. Samet pizzadan bir ısırık alıyor ve yaşıyor, Edip şaraba gömülüyor ve yaşıyor, Ruhi her türlü pek yaşamıyor, Ahmet düşünüyor ve buluyor yaşıyor. Yaşamak süregelen bir alışmışlıktan öteye geçemezse, yaşanmıyordur. Yaşamıyorsan yaşamıyorsundur, öldüğün için değil, yaşamadığın için. O yüzden ye pizzayı, iç şarabı; düşün bul bir şeyler, yaşıyorum diyeceksen hakkını ver. Hakkını vermediğin her an yaşamıyorsundur, ölüyorsundur. Diyor Ahmet. Ben katılmıyorum, Ruhi şu pilleri geri tak. Zamanın olmadığı bir yerde yaşamaktan bahsetmenin absürtlüğü ile muhatap edemem kendimi daha fazla.
Zamanın olmadığı bir yere gelerek, aramızdan birini öldürme sözünü tuttuğunu ve kendini zamanın dışına çıkartarak öldürdüğünü kabul edelim Ahmet, sende şimdi gidip bize başka hikayeler ile geri dön istersen?
Biraz yaşa, yarı ölü gibisin.
[1]- Makinistlik Nedir?
[2]- Atımı kestim arpadan
akaxhmxxtdxrsxn
İncelemenizi Bırakın