About Us

COLORMAG
We love WordPress and we are here to provide you with professional looking WordPress themes so that you can take your website one step ahead. We focus on simplicity, elegant design and clean code.

Soyutluğun Niceliği

Hey geldim işte, patlama demiştim defalarca, işim vardı bir miktar geciktim
Ölüm, şüphe ve suçlar ekilmiş bir zihnin bahçesindeki, dar ağacından meyveler topladım yedim
Eski zamanlardan kalma bir kâşifin büstüne, keşifleri bilindik gidilmişleri görüldü, dedim
Anılarımdan geçmişi, falcıdan geleceği dinledim, hatta hattattan ilk aklıma gelen ismimin çıktısını da aldım

Anlam ve anlam arayışı.
Hangi konuda yeteneksizsin? İlla bir dezavantaja sahip olduğun bir konu vardır. Peki birçok dezavantaja sahip olduğun bir konuyu başarmayı amaçlarsan başına neler gelir? Haha, çok bariz di’ mi? Ben bazen kör oluyorum.

Uzun uzun kendimi anlatıp, hangi dezavantajlara sahip olduğum konusunda uzlaşmışız gibi rol yaparak devam etmemiz gerek şimdi, oyunu bozma lütfen.

“Bir anlam arayışı, anlamı bulmakla sonuçlanır ve her şey düzelir.” Tanıştırayım, bu insanın içindeki ‘inanç’ denen garip pozitivist şey. Nereden tanışıyorsunuz? Bir ben mi geç tanıştım cidden?
Her neyse, bu şeyin suratına hiç yakından bakmış mıydın? Göstereyim.

Günümüzde -veya değil- bir şeyler olduktan sonra hep öyle kaldığı fikrine bir şekilde ikna olarak hayatımıza devam etmekteyiz. Kazandığımız şeyleri pek kaybetmiyoruz, bir şeyleri kaybettiğimiz durumlarda da yerlerini dolduruyoruz ve devam ediyoruz.
Mesela ben hiç kazandığı mesleğini kaybeden, kazandığı kupayı kaybeden, kazandığı yara izini kaybeden birini görmedim. Son iki örneği unut, onlar konudan bağımsız. Ben başka bir şey anlatacağım. Biraz gezelim, yürü.

Hayalindeki işine girdin ve iş arkadaşın senin mizah anlayışını beğenmediği için üzerine iftira atıp kovdurdu.
Şimdi düğün günündeyiz, bak ne kadar mutlusun ve uzak akrabalarına yemek ısmarlamak için dünya kadar borca girdiğini hiç düşünmüyorsun bile, biraz ileri sardıralım, şimdi boşanıyorsunuz, suratın niye asık senin?
Gel gel, bu neşeni düzeltecek. Yıllardır yaptığın birikimin somut örneği olarak karşında ilk araban, neden kırmızı olduğunu sormayacağım sana. Hey dün arabanı buraya park ettiğinde hala tek parça değil miydi?, diye soracağım.
Şimdi evdesin, elindeki hesap makinesi ile çok ciddi gözüküyorsun, bir ton kâğıdı toplayıp masanın köşesine bıraktın, her şeyi hesaplamışsın ve evden çıktın. Çarşı ne biçim bir yermiş böyle, tabi uymaz buraya hiçbir hesap. Tamam, dalga geçiyorum ama konuyu anladın sen.

Elde edilen her şeyin öyle kalacağı ön kabulünün zararları. Şimdi bu konu hakkında kamu spotu çekiyorsun, tamam sinirlenme şaka yapıyorum sadece. Bunun temelinde yatan şeyi bilmiyorum. Belki geçmişi değiştiremeyeceğimizi kanıksadığımız için geleceğinde değişmeyecek bir andan oluştuğunu varsayma gereği duyuyoruzdur.

Bu nereden çıktığı bilinmez ön kabulün birlikte yaptığımız keşfinde, sorarım sana, özenerek yaptığım yegâne işime -anlam ve anlam arayışı- sıçramayacağı ne malum? Ne? Ben miyim paranoyak ve şüpheci, sana gününü göstereceğim pislik herif.

“Anlam, zamanın keşmekeşinde kaybolmuş bir mücevher gibi. Gözlerimiz aradıkça uzaklaşıyor, varlığını yitiriyor. Belki de hiç yoktu, illüzyondu.
Kaybolmak mı, karışmak mı şimdi bu karanlıkta kaybolan gölgelerin anlattığı. Labirentin duvarlarını inşaat edenler, çıkışı koymayı mı unuttu? Aradıkça kaybolmak ve her şeyin karışması, kusursuz bir tuzak bu.
Bu hileli oyunda tek yaptığımız gerçek anlamı hayal etmek. Bir hayalin içine karışmanın, bir hayali gerçekleştirme ihtimali ne kadar? Sonsuzluğun karanlık koridorlarında kaybolurken; her adımımız, her seçimimiz, her sözümüz bu labirenti daha da karmaşık hale getirmenin yolu bu denklemde.
Hayat, sonsuz bir yalnızlık ve anlamsızlık barındırırken; bulmak için çıkılan yolda kaybolmak yazgısıyla, bir varoluş mücadelesi figüranlığı kalıyor bize.
Ama kimin umurunda ki? Biz sadece bir matematiksel denklemin, kaybolup gitmesi gereken birer değişkeniyiz. Zamanın akışıyla kaybolan bir çığlık gibi. Kişisel algılamamalıyız.”

 

Peki anlamı yaratmak? Tamamen farklı bir macera ve arayış -kelime seçimime tüküreyim-. İçerisinde beklemekten eser miktarda bulunuyor elbette, hadi ama eser miktarda dedim. Hem ne kadar bekleyeceğin sana kalmış bir şey. Bir avuç pirinç kaç pirinç tanesinden oluşur?, gibi ya da kaç tel saç kaybedince kel kalırsın?, gibi. İstediğin cevabı yapıştır geç, sana kimse niye böyle dedin ulan?, diyemez güven bana.  

Bu kısımda ‘merak’ denilen şeyin işlevi de değişiyor, somutluktan ziyade somutluğa geçiliyor ve etrafını sarmalayan bir karanlıktan bir el fenerine dönüşüyor. Hayır, çıkışı bulmak için değil, kendi istediğin şeylere ışık tutup görebilmen için. Hem çıkmak nereden çıktı şimdi?, bu hapishanenin mimarı sensin sonuçta.

 

“Son versiyonuna ulaştığını düşünen bir insan kadar yanılan bir insan her şeyin tamamlandığını iddia edebilir. Eğer bu tezini kanıtlamak istiyorsa yaşamını da tamamlamalıdır, aksi halde zaman gibi vahşi bir konsept ona bütün düşüncelerinin ne kadar boktan olduğuna yetecek kadar elinde kendinden tutar.”

 

Çıkış yok dostum, öyle beklenildiği gibi kurtuluş yok işin sonunca. Artık sonuçlara odaklanmak yerine süreçlere odaklanmak var, hey odaklan. Yeni tasarladığın şeyi görmem gerekecek, bana da anlatmayı unutma.